12 Kasım 2009 Perşembe

Topuz

Gözleri ağır aksak ilerliyordu yer yer sedefli karolar üzerinde.Saçları,hayatı bağlayan bir sürü plasenta gibi beyniyle dünyanın gerçeği arasında mekik dokuyordu.Babaannesinin gri şalını bir haftadır üzerinde taşıyordu.Ve rahat olsaydı bir haftadır da uyuyor olacaktı onun sallanan sandalyesinde.Birileri geliyor,gidiyordu sürekli.En çok da sarışın bir kız ve erkek çocuğu."Anne bak şunu yaptım,anne bak bunu çizdim,anne,anne,anne!"
Defolup gitsin hepsi.Arada sırada gelen düz,çocuk saçlı yakışıklı adam da öyle.
Aniden ayağa kalktığı için başı döndü,herşey bembeyaz oldu.Kelebek gibi narin şarap kadehlerini bir bir kırmak,büyük olanlarını da kalbine,orasına burasına sokuşturmak istedi.Neden yapmadığına kendisi de cevap veremiyordu.Yalpalaya yalpalaya,bazen gıcırdayan ahşap merdivenlerden inerken yer yer rutubetlenmiş gri duvara tutundu.Duvarın pürüzsüzlüğü son günlerde hoşuna giden tek şeydi.Nasıl gitmesindi?Tek bir şeyi saatlerce yapabileceğini düşünüyorsa o da bu duvar üzerinde bütün parmaklarıyla yaşamının her çizgisini çizmek olabilirdi ancak.Keşke ahşabın yerine kumun kokusu olsaydı.Keşke kumu doldursaydı terlemiş küçük ayak parmaklarının arasına.Yazın ortasında yazı özlemek gibiydi onun hissettiği.Merdivenin ikinci yarısı içlerdeki karanlığı yıkacak cinsten bir aydınıkla pişirilmişti.Ahşapta yürümeyi sevmiyordu.Bunun yerine dizilmiş bir sürü çubuk tarçının üstünde yürüyebileceğini düşündü.Ya da tekerlekli sandalye bu işi çözebilirdi.Ama lanet ahşap gitmediği sürece üstüne bir şey oturmaya devam edecekti.
Yapılmaması gereken bir şey yapıp,heyecandan yerinde duramayan çocuklar gibi hissetti kendini ve aşağıya yuvarlanırcasına inmeye başladı.Buna kendisi de şaşırmıştı işte.Bazen böyle oluyordu.Hayat doluymuş gibi.Hayatının ana konu olduğu filme biraz renk katmak için.Yoksa kim giderdi bu filme?
Yine o iki sarışın çocuk çıktı ortaya.Her yana çikolatalı kurabiyeler saçıyorlar ve birbirlerinin fotoğraflarını çekiyorlardı."Gidip perilerin fotoğrafını çekin ve çekmeden de dönmeyin sakın" dedi çocuklara.Narin boynu öylesine kasılmıştı ki çocuklar annelerinin korkunç görüntüsü ve perileri bulma isteğinin karışımı bir duyguyla dolup taşarak dışarı koştular.Onların arkasından yürüdü ve kapının eşiğinden bahçeye baktı.Çocuklar babalarına nereye gittikleri hakkında rapor vermiş olacaklar ki babaları buna gerek olmadığını söyledi ya da bir dolu zırvayla onları vazgeçirdi.Neden gitmiyorlardı.Yaşam enerjileri çekilir gibi değildi.Oysa çok bilmiş doktor da ailenin hep birarada olmasını önermişti.Baba ve çocuklar da sanki dünyada herşeyin sözüne birebir uymayan onlar değilmiş gibi doktorun ağzından çıkan nefesi bile dikkatle dinleyip kadının üzerinde uyguluyorlardı.Evin içine kurulu salıncağın minderine çıkıp ayaklarının üstünde sallanıp kendini pat diye bıraktı.Kafası sehpanın köşesine çarptı.Yere düştüğünde sırtüstü yatıyordu ve kafası ve gözleri dimdik yukarıya bakıyordu."umarım o zeka özürlü beynim dağılmıştır" diye geçirdi içinden.Ama bunu düşünebiliyorsam belki de hala şu "sevimli" aileyle beraberimdir diye düşündü.Bu sefer yarım kalsın istemiyordu.Salıncağa tekrar tekrar çıkıp,kendini tekrar tekrar duvarlara fırlattı.Silik ağlama sesleri ve adının bağırılışını duydu o kadar.Acıyla besleniyordu ama bu onun için zevkti.Acı nedir zevk nedir diye düşündü,düşünülemezliğin kapısından girmeden saniyeler önce...

1 yorum:

  1. Yazıyı iki kere okudum..İkincisinde birincisinde farketmediğim ayrıntılar vardı..Hüzünlenmemek ve ağlamamak için seyretmediğim KARANKILTAKİLER filmini anımsattı atmosferi...Belki de benim tarafımdan öyle görünüyodur..Belkide Kerem başka şeyler anlatmıştır ve biz farklı gözlerden farklı seviyelerden baktığımızdan farklı şeyler görebilmişizdir....Ayfer ERDOĞAN

    YanıtlaSil