12 Kasım 2009 Perşembe

Topuz

Gözleri ağır aksak ilerliyordu yer yer sedefli karolar üzerinde.Saçları,hayatı bağlayan bir sürü plasenta gibi beyniyle dünyanın gerçeği arasında mekik dokuyordu.Babaannesinin gri şalını bir haftadır üzerinde taşıyordu.Ve rahat olsaydı bir haftadır da uyuyor olacaktı onun sallanan sandalyesinde.Birileri geliyor,gidiyordu sürekli.En çok da sarışın bir kız ve erkek çocuğu."Anne bak şunu yaptım,anne bak bunu çizdim,anne,anne,anne!"
Defolup gitsin hepsi.Arada sırada gelen düz,çocuk saçlı yakışıklı adam da öyle.
Aniden ayağa kalktığı için başı döndü,herşey bembeyaz oldu.Kelebek gibi narin şarap kadehlerini bir bir kırmak,büyük olanlarını da kalbine,orasına burasına sokuşturmak istedi.Neden yapmadığına kendisi de cevap veremiyordu.Yalpalaya yalpalaya,bazen gıcırdayan ahşap merdivenlerden inerken yer yer rutubetlenmiş gri duvara tutundu.Duvarın pürüzsüzlüğü son günlerde hoşuna giden tek şeydi.Nasıl gitmesindi?Tek bir şeyi saatlerce yapabileceğini düşünüyorsa o da bu duvar üzerinde bütün parmaklarıyla yaşamının her çizgisini çizmek olabilirdi ancak.Keşke ahşabın yerine kumun kokusu olsaydı.Keşke kumu doldursaydı terlemiş küçük ayak parmaklarının arasına.Yazın ortasında yazı özlemek gibiydi onun hissettiği.Merdivenin ikinci yarısı içlerdeki karanlığı yıkacak cinsten bir aydınıkla pişirilmişti.Ahşapta yürümeyi sevmiyordu.Bunun yerine dizilmiş bir sürü çubuk tarçının üstünde yürüyebileceğini düşündü.Ya da tekerlekli sandalye bu işi çözebilirdi.Ama lanet ahşap gitmediği sürece üstüne bir şey oturmaya devam edecekti.
Yapılmaması gereken bir şey yapıp,heyecandan yerinde duramayan çocuklar gibi hissetti kendini ve aşağıya yuvarlanırcasına inmeye başladı.Buna kendisi de şaşırmıştı işte.Bazen böyle oluyordu.Hayat doluymuş gibi.Hayatının ana konu olduğu filme biraz renk katmak için.Yoksa kim giderdi bu filme?
Yine o iki sarışın çocuk çıktı ortaya.Her yana çikolatalı kurabiyeler saçıyorlar ve birbirlerinin fotoğraflarını çekiyorlardı."Gidip perilerin fotoğrafını çekin ve çekmeden de dönmeyin sakın" dedi çocuklara.Narin boynu öylesine kasılmıştı ki çocuklar annelerinin korkunç görüntüsü ve perileri bulma isteğinin karışımı bir duyguyla dolup taşarak dışarı koştular.Onların arkasından yürüdü ve kapının eşiğinden bahçeye baktı.Çocuklar babalarına nereye gittikleri hakkında rapor vermiş olacaklar ki babaları buna gerek olmadığını söyledi ya da bir dolu zırvayla onları vazgeçirdi.Neden gitmiyorlardı.Yaşam enerjileri çekilir gibi değildi.Oysa çok bilmiş doktor da ailenin hep birarada olmasını önermişti.Baba ve çocuklar da sanki dünyada herşeyin sözüne birebir uymayan onlar değilmiş gibi doktorun ağzından çıkan nefesi bile dikkatle dinleyip kadının üzerinde uyguluyorlardı.Evin içine kurulu salıncağın minderine çıkıp ayaklarının üstünde sallanıp kendini pat diye bıraktı.Kafası sehpanın köşesine çarptı.Yere düştüğünde sırtüstü yatıyordu ve kafası ve gözleri dimdik yukarıya bakıyordu."umarım o zeka özürlü beynim dağılmıştır" diye geçirdi içinden.Ama bunu düşünebiliyorsam belki de hala şu "sevimli" aileyle beraberimdir diye düşündü.Bu sefer yarım kalsın istemiyordu.Salıncağa tekrar tekrar çıkıp,kendini tekrar tekrar duvarlara fırlattı.Silik ağlama sesleri ve adının bağırılışını duydu o kadar.Acıyla besleniyordu ama bu onun için zevkti.Acı nedir zevk nedir diye düşündü,düşünülemezliğin kapısından girmeden saniyeler önce...

9 Ekim 2009 Cuma

Şapkanı çıkarma çocuk

Çocuk,kafasını ona doğu çevirdi.Güneş gözlerini acıtıyordu,ama onları kısmaktan başka çaresi yoktu.Acısındı,umurunda değildi.O'nun öbür tarafına geçmeyi de akıl edemedi.Dudakları strüktürü zayıf binalar gibi titremeye başladı ama yine de konuşmadan edemedi: seni seviyorum.
Bir rüzgar esti,kuvvetli bir rüzgar.Altın sarısı saçları,kafa derisinden bir sürü el geçiyormuşçasına oynaştı.
Beriki önce baktı şaşırarak;gözlerini kısmadan.Çünkü güneşi arkasına almıştı.Güneşi arkasına alacak kadar kendine güveniyordu.Kendinin daha yakıcı olduğunu çocuğa göstermek istiyordu belki de kim bilir."İyi" dedi.
"Denedim.Diğer çocuklarla sokaklarda top oynayıp,salıncaklara binerek kafamı sensizlikle doldurmaya çalıştım,ama yapamadım"
"Bu lafları nerden öğrendin?" Güldü.Gülüşü acımasızdı.Karşısında duran bu porselen,sarışın çocuğun,tek bir silkmesinde parçalanacağını biliyordu ve güçlü olduğunu hissetmek herkese olduğu gibi güven duygusu pompaladı.Yine bir kendine güven.
Çocuk,birden yaklaştı ve öpmek için gerildi.Beriki bunu itti: Sen ne halt ediyorsun böyle?!
Sonra kolundan tutup,ağaçların görünmezliğe mahal verdiği yere sürükledi onu.Çocuk adeta bundan zevk duyuyordu.Kendini tamamen onun ellerine bırakmştı.Ne istese yapacak,ne yapsa susacak ve itiraz etmeyecekti.Berikinin ne yapacağı belliydi,sadece kafasında bir bahane arıyordu boşalmak için;eh fırsat ayağına gelmişti.Çocuğu,sanki deliye dönmüş gibi parçalarcasına soydu ve içine girmek için bir an bile beklemedi.Çocuk acıdan bayılacak gibi olduysa da sustu.Sanki susuşuyla ona sevgisini anlatmak istiyordu.
"Bunu mu istiyordun,ha?! Söyle bunu mu?!"
Cevap vermedi çocuk.Sadece gözlerini kapadı.Yıllar sonra böyle bir serseriye zavallı bedenini hunharca tüketmesi için snduğunu hatırladıkça deliye dönecekti.Belki de böyle olmayacaktı.Niyeyse bu çocuk ömrünün sonuna kadar susacak gibi görünüyordu.
Beriki bunu bir ceza olarak gösterip,aynı zamanda çıkması gerekenleri çıkardıktan sonra rahatladı.Hemen toparlandı ve çocuğu saçından sürükleyip ağaca yasladı ve orada bıraktı.
Çocuk sustu.İşin garibi aklı da susuyordu.Hiçbir şey yoktu.Öylece baktı.Ağaçlarla dilimlenen manzaraya.Gözlerinin mavisi dondu.Denizin mavisi donana kadar da oradan ayrılmadı.Ayağa kalktığında kurumuş kanları görüp irkildi.Buradan gitmeyecekti.Burası onundu artık.Onun ve O'nun.Ağacın dibine yattı,kıvrıldı,cenin oldu.Gözlerini sımsıkı yumup,yaşamı hissetti.Doluluğu;doluyor oluşluğu.Değişiyordu.Gövdesi ağaç dibine tutunmuş,saçları yok olup bir doygunlukla başıyla birleşmişti.Kırmızı benekli bir gövdesi,sarı bir şapkası vardı artık.Bütün sporları şapkanın altında topladı.Ama sanki o yapmıyordu kendiliğinden oluyordu bütün bunlar.Tüm o sporlar doğuşunun kaynağıydı,onu O doğurmuştu.Doğması için fitili yakan O'ydu.Elbette ondan aldığı yegane şeyleri de kendine saklayacaktı.Rüzgar bu sefer okşadı.Gıdıkladı.Ama çocuk gülmedi;sustu.Yaşamı boyunca susması artık kimseyi rahatsız etmeyecekti..
.

6 Eylül 2009 Pazar

Arigato Cello

Çello!Şu anda çello,Naru’nun gözüne öyle bayağı,basit,iğrenç bir varlık olarak görünüyordu ki,onu parçalamak istediği zamanlardan birinde olduğunu anlayıp kendini güzel çaldığı anları düşünmenin zevkine bıraktı tekrar.Ama bu hissettiği boşluğu doldurmuyordu.Bunca yıl onca şeyden,en çok da hayattan ödünler verdi;hepsi de bu iki deliği ve tepesinde salyangozu olan gizemli çalgının üstesinden gelebilmek içindi.Belki de öyle değil.Yani en azından,sadece bu değildi.

Naru’nun babası piyanistti bir zamanlar;hem de en iyilerinden bir yorumcu.Ama müzik camiasının ikiyüzlülükleri,babasının müzik yapma aşkını lime lime etmişti.Üstelik çeşitli sorgulamalar da yaşamıştı Bay Aoi-her ne kadar kızına itiraf etmese de: Ben niye zaten bestelenmiş olan parçaları çalıyorum?Bunun amacı gövde gösterisi mi?
Bu sorular –beynin yüzde kaçını kullandığımız hala bilinmiyorsa da- Bay Aoi’nin beyninin büyük bir kısmını kaplamıştı.Beste yapmaya karar verdi.Ama yılların yorumcusu,beste yapamadığını fark etti üzüntüyle.Sorgulamalar devam etti.Sanki bu sorgular suya damlatılan bir damla çini mürekkebiydi zamanında.Oysa su artık simsiyahtı.

Müziği pazarlamanın yorucu olduğu kadar karlı,üstelik sanatsal egolarını tüketmeyecek –çünkü kendi sanatı ortada olmayacaktı- bir iş olduğuna kanaat getirdi.Yaptığı işler ilk başlarda basitti.Sonra basit diye nitelendirdiği işlerin meyvesini toplamaya başladığında doğru yere kapak attığından emin oldu.Ama Bay Aoi ,hiçbir şey yapmadığını hiçbir şey üretmediğini fark etti.O başka bir şey istiyordu.Kendisi üretmek.Ama üretemediğini de biliyordu.”Belki benden bir şey lazımdır bana” dedi “Benim kanımdan,benim canımdan,beni sanatsal tatmine ulaştıracak,bir sanatçı,bir deha”.
Bayan Satsuke , kesinlikle çocuk fikrine sıcak bakmıyordu evlendiklerinden beri.Ama Bay Aoi onu ,durumlarının gayet iyi olduğunu,kendisinin vücudunun bozulmayacağını garanti ettiğini,kimonolar içinde minik şirin bir çocukları olmasının yaşam pınarlarını coşturacaklarını söyledi bitip tükenmeden,ve ikna oldu ketum Satsuke.Bay Aoi,çok sevindi bu duruma.Nihayet o müzik dolu cevher,kendi genlerini taşıyan müzikal yaratık dünyaya gelecekti.
Nihayet bir oğulları oldu.Satsuke,çocuk yapmaya ikna olsa da,içinde anneliğe karşı beslediği garip isteksizliğin Takai doğduğunda geçeceğini sanmıştı.Oysa doğurduğu bebeği sevememişti.Üstelik kocasının bebeğin üstüne bu kadar düşmesi kendini değersiz hissettiriyor,bebeğe olan hislerini harlıyordu.Ne de olsa bir erkek doğurmuştu!Ama bilemezdi ki kocasının babalığının karşılıksız olmadığını…
Takai büyüyordu büyümesine,ama dışarıda futbol oynamayı pek bir seviyordu galiba.Olsun,dedi Bay Aoi,Hem oynar hem çalar.Ama bilmiyordu ki oğlunun hergün eline tutuşturduğu keman kutusunun futbol sahası kenarlarında üzgün üzgün maç seyrettiğini…
Yıllar geçmesine gerek kalmadan oğlunun müzikal bir hata olduğunu iyiden iyiye fark eden Aoi,umutsuzca stüdyosuna döndü.Kendini stüdyoya kapattı,sadece kalitesiz,ama para kazanan beyinsiz popçuların kayıtlarını yaparak her şeyi unutmaya çalıştı.Bayan Satsuke geçen haftaların sonunda dayanamayıp kocasının stüdyosuna gitti.Baştan çıkan,baştan çıkaran bir gece geçirdiler ikisi.Ama kimsenin aklında rahme düşebilecek bir bebek yoktu doğrusu.
Bir zaman sonra Bayan Satsuke’nin karnı şişmeye başladı.Bay Aoi,saf bir umutla müzik dolu bir bebek beklemeye korkuyordu.Ama aklının,kalbinin en derinlerinde saklanmış bu umut parçasını zincirleyemiyordu.Karısına bir enstrüman çalması için baskı yapıyordu.Bebeğinin bu tınılarla büyümesinin iyi olacağını düşünüyordu içten bir saflıkla.Zoraki alınan bir shamisen ile Satsuke başladı karnındaki bebeği müzikle doldurmaya.Annesinin kötü tınılarını bastırmak için dünyaya gelen,yetenekli bir kız çocukları olmuştu;adı Naru.Bunu 2 yaşındayken annesinden daha iyi shamisen çalmasından anlamışlardı.Bay Aoi sevinçten çıldıracaktı sanki.Shamisen gibi klasik bir Japon çalgısıyla adını çok da adını duyuramayacağını düşündüğü kızına batı çalgılarından birini almak istiyordu.Ne de olsa o büyük bir müzisyen olacaktı.Kızının şöhreti için her şeyi yapabileceği aklına geldiğinde kendinden biraz ürken Bay Aoi,ona birçok erkeğin seksi bulduğu çello adındaki batı enstrümanını almaya karar verdi.Ne de olsa seksilik=şöhret’ti bu zamanlarda.İlk başlarda bunu düşündüğü için utansa da utancını eyleme dökmedi.Kızının çello derslerinin saatini artırdı hatta.
***
Naru,shamisen’i ilk eline aldığında çıkardığı Japon esintili sesten çok hoşlanmıştı.Etrafındaki insanların,bu sevincine ortak olup aptal aptal gülümsemeleri de neşesine neşe katmıştı.Hiçbir şeyden haberi yoktu elbette.
Beş yaşına geldiğinde kendi boyu kadar bir şey uzattılar ona.Ve aynı şeyin daha büyüğüne sahip olan,kibar olmak için fazlasıyla didinen kasıntı bir kadın vardı.Kadın ve elindeki ses çıkaran varlık bazen büyüyüp onu yutacaklarmış gibi hissediyordu.”Buna çello denir,küçük Naru” dedi sevimsiz,cırtlak sesiyle Bayan Meika.”Çello” diye tekrar etti Naru da.Bir kişiliği varmış gibi görünen bu enstrüman ilk başlarda Naru’yu ölesiye korkutmuştu.Ama sesinden keyif almaya başladı dersler ilerledikçe.Bu alet bir garipti.Hiç “Japon” değildi.Bu gelenekselci ülke anlayışına ters düşüyordu sanki.Naru tam bu cümleyi kuramasa da aklında,buna benzer bir anlayışı kavradı,şaşırdı;ama çalmaya devam etti.Abisi Takai’nin bir sokak serserisi olduğunu her seferinde bağıra çağıra dile getiren annesinin “anne” tarafı tamamen Naru’ya çalışıyordu.Naru da tek sevgi görenin kendisi olduğunu anlıyor şımarıyor,sevgiyle ve abisini kıskandırarak katlanıyor,katlanıyordu.
Zamanla anne ve babasının sevgisinin hala yeterli olmadığını düşünmesi,abisini ailesinin gözünde bir hiçe dönüştürme çabasını körükledi.Bunu da daha da “gözde” olmaya çalışmakla başarabilecekti.Böylece Naru,çellosuna daha da sıkı sarıldı.Bütün arkadaşları Naru’nun o çocuksu olmayan kibrinden yakınıp tek tek terk ettiler Naru’yu.Onun için önemli değildi bunlar.O hala açtı.Sevgiye aç.Fazlasıyla gördüğü halde…
Büyüyordu.Bir sürü öğretmen gitti geldi.Üstelik sadece çello da değil,şan dersi de alıyordu.Böylece Naru’nun ana dili çello oldu artık.16sına geldi ve bu zamana kadar onu müzik piyasasından uzak tutan babası,ona bir albüm yapacağını söyledi.Hiç şöhret hırsı olmayan Naru’nun içinde bir şey oynaştı.Ne olduğunu anlayamadığı.Zaten ergenliğin maviliği içinde kaybolmaya başlamıştı.
Sade bir şekilde giyinip babasının stüdyosuna gitti.Daha önce birçok kez götürmüştü onu babası stüdyoya,ama şimdiki farklıydı;bu kez orada bir müzisyen olarak bulunacaktı.Düşüncesi bile yerden birkaç cm yükselmesini sağlıyordu.
İçeri girdiğinde birçok insan vardı.Telaşlılardı ve ciddi suratlarla onu süzüyorlardı.Sanki “uu,yeni baş belamıza bakın” der gibiydiler.Bay Aoi,kollarını yana doğru açarak ona doğru seğirtti ve kızını sıkıca sardı.Ergenlikle birlikte gelen “ailenin gösterdiği sevgiden utanç duyma” hali,Naru’nun babasını hafif de olsa itmesiyle patlak verdi.Bay Aoi “mücevher” inin bu hareketini görmezden geldi.Hatta “ Sanatçı kaprisi şimdiden başladı” deyip,yüksek sesle gülerek stüdyodakilere döndü.Herkesin suratında zoraki bir gülümseme vardı.Kimse nasıl bir işle,nasıl bir insanla,nasıl bir müzisyenle olduklarını bilmiyordu.”Haaaydii! Toplantı odasına arkadaşlaaar” diye gürledi Bay Aoi.Sürünen ayak sesleri odayı doldurdu.Ve herkes bembeyaz ışıklarla aydınlatılmış,bembeyaz bir odaya doluştu.Dikdörtgen masanın iki ucu Bay Aoi ve Bayan Naru’ya ayrılmıştı.Naru o kadar gerildi ki çenesi titriyordu.
“Evet arkadaşlar.Bu kızım Naru.11 yıldır çello çalıyor ve çelloya çok hakim.Naru olay yaratacak bir müzisyen olacak.Bu güne kadar müzikle beslendi.Artık başkalarını müzikle doyurmasının zamanı geldi.Şimdi;bu çok ciddiyet isteyen bir proje.Çok kısa bir süre içinde albüm konseptinden tutun,her şeyi ayarlamanızı istiyorum.Elbette herkesin kafasında bir plan oluşabilmesi için Naru’yu dinlemeniz gerekiyor.-Deku!şu notaları getir!”
“Notaları bulamıyorum Bay Deguchi”
“Sen ne beceri…”
“Sorun değil.Notayla bir şey çalmaya lüzum yok.Sadece duruşuma,çelloyla uyumuma,müzik dünyama bakacaksınız öyle değil mi? Size herhangi bir şeyler de çalabilirim” dedi Naru.
Bay Aoi’nin suratı düştü ama yine de başıyla kızını onayladı.
Naru,hiçbir acele belirtisi göstermeden çellosunu çıkardı,yüksekliğini ayarladı,yayını çıkarıp gerdi ve derin bir nefes alıp çalmaya başladı.Kendi masalından çıkan bir masal karakteriydi müziği.O kadar çoksesli,o kadar dinlendirici ve aynı zamanda coşturucu,o kadar Batılı ve o kadar Asyalıydı ki müziği,çalarken kabardıkça kabardı Naru.Bu bilinen bir eser değildi.Kendi bestesiydi.Bitirdiğinde o kadar adrenalin ve coşku doluydu ki bir müddet hareketsiz ve kendinden emin bir şekilde durdu.Gözlerini açtığında bir sürü ışıltılı göz gördü ve tatminkar suratlar.Sanki bugüne kadar duydukları en güzel müzikti.Ama bu güzel havada bir katılık sezdi Naru.Babasının yüzüne baktığında bu güzel atmosfere yayılan negatif enerji santralinin kendisini gördü.Bay Aoi,çok ifadesiz bakıyordu.Ama hoşnutsuz bir ifadesizlikti bu.Naru bunu derinden hissetti ve güzel suratındaki gülümseme vakumlandı.
“Evet bu kadarı,Naru’yu değerlendirmemiz için yeterli sanırım.Şimdi eve gidebilirsin tatlım.Biz uzun bir müddet bu konu hakkında tartışacağız”
Sesi buz gibiydi.Buna şüphe yoktu.Naru,karnına oturmuş taşın ağırlığıyla zoraki gülümsedi odadakilere.Herkes çok memnundu ama bu karnına sertçe oturtulmuş taşı hafifletmedi.
Yağmur yağıyor;her damla Naru’ya biraz daha yük bindiriyordu.Sırtındaki çellonun ağırlığı bir hiçti fiziksel olmayan ağırlıkların yanında.Uzun siyah saçlarının şapkayla etkileşimde olmayan 3/4lük kısmı ıslanıyordu ama o bunu umursamıyordu.Deniz kıyısındaki güzel kafelerden birine giriverdi.Buranın dekorasyonu harikaydı.İçeri girince huzurla doldu.Duvarlar ve yerler yeşil ve bej rengi uzun ahşaplarla döşenmişti.Aynı renklere boyanmış ahşap masalar ve sandalyelerin üstünde beyaz orkideler,bambular ve daha önce görmediği bir çok çiçeği gördüğünde içindeki güzel duygu katlanmıştı.Çilek kırmızısı şeker kaseleri,sarı benekleriyle,çileğin suretine bürünmeye alışıyordu adeta.Dar ahşap kapıdan zor da olsa çellosunu soktu ve artık tamamen bu mekanda erimeye hazırdı.
Küçük,mütevazı ama kaliteli kafe,dolu sayılırdı.Altı masanın ikisi boştu.Ve cam kenarında oturan anne ile rengarenk giyinmiş oğlu kalkınca oraya oturmayı içten içe deli gibi isteyen Naru,sevinçle şapkasını çıkardı.
Kare masanın 1 kenarı dışarıya bakıyordu,3 kenarında da sandalyeler vardı.Pencerenin tam karşısındaki sandalyeyi kaldırıp yandaki boş masanın sandalyeye doymuşluğuna itti.Cam kenarına oturdu ve az önce açtığı boşluğa çellosunu koydu,sanki arkasına gizlenmek ister gibi.Şaşırmış ama kibarlığını elinden bırakmayan güler yüzlü bir kadın garson diğer sandalyenin olduğu yerden çıkıverince,yerinden sıçradı.Kendini çabuk toparlayan Naru,ellerindeki en büyük fincanda bademli ve karamelli kahve istediğini söyledi.Kadın o kadar gülümsedi ki zaten çekik olan gözleri bir çizgi halini aldı.Kadının kendisiyle dalga geçtiğini sanan Naru,arkasını dönünce daha önce fark edemediği ufacık,sevimli,ahşap bir sahnenin olduğunu gördü.Bu mütevazı sahnede kendinden geçmek istedi çellosuyla.Ama bu yakışık alacak bir davranış değildi.Böyle öğrenmişti.
Kadın gerçekten de kocaman turuncu bir fincanla geldiğinde gözleri yine bir çizgi halindeydi.Bu sefer Naru da gülümsedi.Kadın hafifçe eğilip “afiyet olsun” dedikten sonra tezgahına geri döndü.Naru da mis kokulu kahvesine gömüldü.Bugün olanların tamamını,en azından kafeye gelene kadar olanları bütünüyle unutmak istercesine büyük yudumlar aldı baş döndürücü tadı ve kokusu olan kahvesinden.Dilindeki tat tomurcuklarının yanışına,mazoşist bir zevkle izin verdi.Kahve bugünü unutmasına pek de yardım etmedi.Babasının o suratı da neydi öyle? Sanki kötü bir şey yapmıştı da Naru…Kötü mü çalmıştı? Bu düşünce onu ölesiye korkuttu.Belki de sadece ona verilenleri çalmalıydı.Beste yapamıyordu belki de.Babasının o yıllarca kendisine hayran bakışlarının bir anda yok olması dehşete düşürmüştü onu…
İki çift çizgi göz ve kaslarını sonuna dek zorlayarak gülümseyen iki ağız düşüncelerini böldü.Az önceki garson ve bir başka kadın garson daha.İkisinin de elleri muzip bir mahcuplukla önlerinde birleşmişti.Kahve servisi yapan değil diğeri “Bize çellonuzu çalıp,kulaklarımızın pasını silerek,kafemizi huzurla doldurmanızı rica etsek,acaba ne dersiniz?Bu narin ve güzel elleriniz eminim enstrümanına çok hakimdir.Ben ve kız kardeşim müziğe,özellikle de bu enstrümana bayılırız.Kabul etmezseniz anlayışla karşılarız.Ama çalarsanız çok memnun oluruz.Eminim herkesin de çok hoşuna gidecektir”
Birkaç saniye düşünüp gülmek istemiyormuş da tutamamış gibi güldü ve ağzını muzip bir şekilde kıvırıp “Aslında o küçük sevimli sahne beni cezbetmedi değil.Böyle bir teklif yapmasaydınız,o güzel sahnenin tadına varamadan yaşayıp yaşlanıp ölecektim sanırım.Sizin için ve kendim için çalacağım.”
“Ah bu harika! Burası küçük bir kafe olduğundan mikrofon ve hoparlöre gerek duymadık.Umarım akustiği beğenirsiniz.”
“Sorun değil.Çalmak istiyorum”
Kadınlar,yüzlerindeki tebessümü 3 katına çıkararak uzaklaştılar.Naru da bir miktar sanatçı egosuyla beraber,çok fazla acele etmemeye özen gösterdi.Orada çalmaya çıldırmıyormuş gibi gözükmek bir onur –aslında tamamen ego- meselesiydi.O nedenle de yavaşça çıkardı parlak çellosunu.Yayına reçine sürdü dikkatlice.Daha önce çıkarmayı aklına getirmediği paltosundan da kurtulmayı ihmal etmedi.Böylece siyah pantolonu ve pembe kazağıyla kaldı.Çellosuyla beraber küçük sahneye çıktı ve garson kadınlardan sandalye istedi.Bu sırada kafedeki müşterilerin bakışlarından az da olsa gerildi ama istifini bozmadan sandalyeye oturdu.Kendi bestesini yerine Bach çalmayı tercih etti.Yayını teller üzerinde gezdirirken tek düşüncesi hala bu kafede eriyip kaybolmak,zerreciklere dönüşüp her köşede barınmak istiyordu.Bu düşünceler elinin ustalığına bir de yaşam isteği katınca müşteriler hayatları boyunca görmedikleri,duymadıkları bir güzellikle karşılaşmışçasına donup kaldılar.Naru kendini kaptırmış,gözleri kapalı çalmaya devam ediyordu.Birden müziğine eşlik eden bir keman sesi duymaya başladı.Hem de yakınında.Gözlerini açtığında dağınık saçlı,üzerinde yeşil,savruk bir kazak ve bej rengi bir pantolon olan,ince,narin suratlı,teni müzik dolu bir adam gördü;bu adam hala devam etmekte olan keman sesinin kaynağıydı.
Şarkı bitti.Adam gözlerini açtı.Sıcacık gülümsedi.Sonra gözlerini tekrar kapadı ve parmaklarıyla kemanda ritmik bir şeyler çalmaya başladı.Naru tereddütle gülümsedi sonra da kendine olan güveniyle birlikte adamın çaldığı ritme uygun doğaçlama bir şeyler çalmaya başladı.Müzikleri uyum kokuyordu.Sanki tek bir akıl gücünden çıkan farklı iki ses.

4 Ağustos 2009 Salı

Hep başka sitenin çocuklarıyla oynuyorum artık.
Nedendir bilmiyorum.
Kafesimdeki yemlerden başkasını görmemem,görmek istememem,korkmam;
Nedendir?
Çekirdeği çıkarılmış üzümü
Deniz anası gibi görmem,
Kirletilmiş bir deniz olmamdandır.
Ben bunu biliyorum.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

KARPUZ
Çıkarınca mavi gömleğini
Damarımda dolaşsın istedim,
O misk tenin.
Ağaç kabuğu çizdi ellerimi.
Ama umrum değil,
Kemerin yılandan olsa da birşey farketmez.
Soyunacak gücüm var mı bilmiyorum.
Bir karpuzu ezerim diye korkuyorum.
Sense bir bıçak darbesiyle çatlatıveriyorsun beni.
Açılıyorum kum kum,piksel piksel.
Ağzında dağılmak istercesine fırlatıyorum çekirdeklerimi.
En azından bir bardağa dolmayacağımı biliyorum.
Dolsam da ya doluluğuma, ya da boşluğuma bakacak;
Yorumda bulunacak,ve buna felsefe diyecekler.
Senin için yeşilimin önemi yok mu?
Hep kırmızı mı?
Nasıl bir tatlı su özlemi seninkisi!
Bu kadar mı yüzdün batak sularda.
Elindeki çamuru bana bulaştırma;
Ben kuru toprakta yetiştim.
Ezdin kabuğumu,ezmeni istedim.
Ağzına doldum,
Mutluluk hormonun oldum.
Peki beni bir çikolatadan farklı kılan neydi?
İşte bunu hiçbir zaman göremedim.
Sen hep gördün.
Ama ben göremedim.

Oturmuş koltuğa pencereden bakışıyorum hayatla
Oysa hep,tam pencerenin önünde oturacak yerim olsun istemiştim
Üzeri pötikare desenli kumaşla kaplı olan.
Kucağımda kedim var
Tırnakları yüreğime takıldı
Hastalık kokuyor odam
Aptal duvarlarda kavunlar yetişiyor
Bahçıvanı hacca gitmiş
Tokuşan kadeh sesleriyle
Çakallaşan heykeller,uluyorlar,havlıyorlar
Hani, dedim
Hani kulağımı tıkayacaktın?
Yıpranan ipek hamakta sevişmeye benzemiyor bu
Yanık yastık kokuyor boynun
Kareli defter sayfalarında dilimlendik
Üzerimize kırmızı kalem sosu...
Göremedin içimdeki kızıl saçlı,kırılgan çocuğu
Tiner gibi uyuşturdum beynini.
Bir kaset gibi başa sardın beni.
Kasıklarına kondurduğum buse,iki katı sertlikte döndü
Dilimde kıl,ağzımda o tarifsiz tat
Aklımda tomurcuk tomurcuk sen.
Yine de hesabı isteyecek gücümüz yok.
Yerde muz kabuğu arıyor gözlerim,
Garson gelemesin diye.

24 Temmuz 2009 Cuma

Aitliğe feragat



Hep suydum.Hep akışkandım,değişkendim.Birikince güçlenir,taşardım.Sakince akabilirdim de.Asalak yaşadığım vücut da suyu arıyor,iki uçlu çatal şekilli dal parçası gibi.
Evden çıkıp koşmak istedim.Yaylada koşmak,kedi otlarında yuvarlanmak,kedi olmak.Sudan bir kedi belki de.Madem Su'yum,otların içinde ne işim vardı? Yine insan yönüm ağır bastı galiba.Otlar benim için hiçbirşey ifade etmiyorlar. İnsanlar çok garip;bazen sizi size unutturuyorlar.Ve bu lanet insan bedeni ve aklı beni hapsetti,uyuttu.Ama yoo,bu o değildi.Bu başkasıydı.Sanki kloroformla bayıltıldım ve bugüne dek uyudum,doz ayarlanamadığı için.Hala savaşıyor orospu çocuğu! Nasıl da tutmuş beni elinde;mastürbasyonu tecavüze dönüşmüş.Bana tecavüze.Kurtuluyorum elinden ama hala ağır aksak ilerliyorum.hala tutunuyor toprağa,gözünü toprak bürümüş.Nedir seni toprağa bağlayan ey insan!
-Ben toprağım.Onu ben bağladım kendime.
A a.Cevap verdi haspam.-Ben Su'yum kardeş.Bu kadar sene bu bedene sahip oldun,onu toprağa bağladın,onu aklınla kirlettin.Bırak da onu doygunluğa,dinginliğe,derinlere çekeyim,onu özüne doğurayım!
-Sen neden istersin bu Su'yu,ey meymenetsiz denizanası!
-Suyu istemem.Ben o'yum zaten.Ama aynı zamanda değilim de.Maddesel olarak da su olmalıyım.Bu bedene ihtiyacım var.Ama bu beden bir araç değil benim için,O da bunu istiyor...Bu çocuğun kaderinde var bu.Adı Kerem.Cömertlik demek,barış demek.Bana yardım etmek,kendini bulmak istiyor.Sorsana istemiyor mu? Korkuyorsun benim söyleyeceğimi söylemesinden öyle değil mi?
-Al senin olsun.Zaten hep bir aidiyetsizlik vardı.Seneler boyu dizginleri elimde tutmaktan yoruldum.Oysa bu çocuk dizginlenemiyor.Sıvı gibi.Su demeye dilim varmıyor.
İşte o an doldum taştım;bir anlığına suya gitmeme bile gerek yok sandım.;Nasıl birşeydi o bedene doluşum,bunu nasıl anlatabilirim ki? Her bir hücreye tek tek hakim oldum,hücreleri doldurdum.Kerem'i aldım.O benimdi artık.Onun gözlerinden görebiliyorum artık.Madem bana yardım ediyordu onu öylece suya atamazdım.Kontrol bendeydi ve ben hücreleri kontrol ettim.El,ayak perdeleri;solungaçlar.Koştum,koştu;koştuk! Terkettik toprağı,havalandık! Bende hiç merhamet duygusu yoktu toprağa karşı ama Kerem'de vardı,o insandı ve biz bir isek onun kaygısı endişesi de benimdi."Üzülme" dedim "Yenilerini bulacaktır" Kendinden emin bir şekilde düşmekte olduğu suya baktı.Ben de evime dönüyordum, o da.Benim aidiyet hissim onundu.
Ama düşündüm,düşündük;solungaçlı,perdeli de olsa bir bedene ihtiyacımız var mı? Neden olsundu ki? Yine terkediverdik birilerini,terkediverdik Kerem'in hayat arkadaşını.
"Evindeyken ona ihtiyacın yoktu zaten" dedim. Ağladı.Bu kez ağladı.